Welzheim Bilal-i Habesi Moschee

Adres:

Welzheim Bilal-i Habesi Moschee

Silcherstr.6   73642 Welzheim

Telefon: 07182/3755

Fax: 07182/4432

Email: bilal-i_habesi@web.de

 

 

                                                                          I. ITIKAT

ALLÂH'A IMAN

 

 Allâh'a iman ne demektir?

 Allâh'a iman, Allâh’in varligina, birligina, ezeli ve ebedi olduguna, yani varliginin bir baslangici ve sonunun bulunmadigina, esinin, benzerinin, ortaginin, oglunun, kizinin olmadigina; varligi kendinden olup varligi için bir baska seye muhtaç olmadigina, yaratilmis olan seylerden hiç birine benzemedigine, dolayisiyla düsündüklerimizden ve hayalimize gelen seylerin hepsinden baska olduguna; her seyi bildigine, her seyi gördügüne, her seyi isittigine, duyduguna, her seye gücünün yettigine, her seyi yaratanin O olduguna.. kisacasi, her türlü eksiklikten uzak olduguna yürekten, tereddütsüz bir sekilde inanmaktir. Ergenlik çagina ulasmis her akil sahibinin, Allâh'a bu sekilde inanmasi farzdir.

Kur’an’da Yüce Allâh, kendisiyle ilgili olarak bazen biz ifadelerini kullanmaktadir.

 Neden? Kur’an-i Kerim’de Allâh Teâlâ bazen, kendisiyle ilgili olarak “biz” ifadesini kullanmaktadir. Bu, O’nun azamet ve saninin yüceligini göstermektedir. Hemen bütün dillerde saygi ve yücelik ifadesi olarak tekil yerine çogul kelimeler kullanilmaktadir. Genel olarak Kur'an'da, Yüce Allâh'in zat ve sifatlarindan bahseden ayetlerde tekil zamir, fiillerinden bahsedilirken ise bazen tekil, bazen de çogul zamir kullanilmistir. Nitekim, "Sizi Biz yarattik" (Vâkia, 56/57), "Üstlerindeki göge bakmazlar mi? Onu nasil bina ettik, nasil donattik" (Kâf, 50/6), "Andolsun, insani Biz yarattik" (Kâf 50/16), "Allah gökleri görebileceginiz direkler olmaksizin yaratti. Yeryüzüne de, sizi sarsmasin diye sabit daglar yerlestirdi ve orada her türlü canliyi yaratti. Gökten de yagmur indirip, orada her türden güzel ve faydali bitki bitirdik" (Lokman 31/10), "Biz geceyi ve gündüzü (kudretimizi gösteren) iki alamet yaptir" (Isrâ 17/12) gibi fiilleriyle ilgili âyetlerde, hem tekil, hem de zamir kullanilmistir. Kendi zâti ve uluhiyeti ile ilgili su ayetlerde ise, tekil zamir kullanilmistir: "Süphe yok ki Ben, rabbinim senin." (Tâ-hâ 20/12), "Süphe yok ki Ben, Allah'im, Benden baska hiçbir ilâh yoktur. O halde bana ibadet et." (Tâ-hâ 20/14), "O, kendisinden baska hiçbir ilâh olmayan Allah'tir." (Hasr 59/22).

 

 B. MELEKLERE IMAN

Melek nedir? Islâmî ilimler terminolojisinde melek, nurdan yaratilmis, yemeyen, içmeyen, erkeklik ve disiligi olmayan, uyumayan, günah islemeyen, Allah'in emriyle çesitli görevleri yerine getiren ve gözle görülmeyen latif, ruhanî ve nuranî varliklardir. Meleklere iman ne demektir?

 Meleklere îmân, imanin temel sartlarindan biridir. Kur'an'da meleklere imanin farz oldugunu bildiren birçok ayet vardir: "Peygamber, rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü'minler de (iman ettiler). Her biri; Allah'a, meleklerine, kitaplarina ve peygamberlerine iman ettiler." (Bakara 2/285), "… asil iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin … iyiligidir." (Bakara 2/177). Buna göre meleklere inanmayan kisi, dinden çikmis olur. Nitekim Kur'an-i Kerim'de, "Kim Allah'i, meleklerini, kitaplarini, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapikliga düsmüs olur." (Nisa 4/136) buyurulmakta, meleklere düsman olanlarin, Allah'in düsmani oldugu bildirilmektedir (Bakara 2/98).

 Meleklerin mahiyet ve özellikleri nelerdir?

 Melekler, nurdan yaratilmis, nuranî ve ruhanî varliklardir. Onlarda; yemek, içmek, erkeklik, disilik, evlenmek, uyumak, gençlik ve ihtiyarlik gibi insanlara ait özelliklerden hiç biri yoktur. Melekler Allah'a isyân etmezler. Hangi is için yaratilmis iseler o isi yaparlar. Daimâ Allah'a ibadet ve itaat ederler. Kur'ân'da bu hususa söyle isaret edilmistir. “Üzerlerinde hakim ve üstün olan Rablerinden korkarlar ve emrolunduklari seyleri yaparlar.” (Nahl, 16/50), “Süphesiz Rabbin katindaki (Melek)ler O'na ibadet etmekten büyüklenmezler. O'nu tesbih ederler, yalniz O'na secde ederler” (A’raf, 7/206), Melekler bir anda Allah'in emrettigi bir mekândan diger bir mekâna intikal edecek, hatta yerleri ve gökleri dolasacak bir kabiliyette yaratilmislardir. Kur'ân-i Kerim'de meleklerin kanatlarinin oldugu belirtilmektedir: “Hamd, gökleri ve yeri yaratan, melekleri ikiser, üçer, dörder kanatli elçiler yapan Allah'a mahsustur. O, yaratmada diledigini arttirir..”(Fâtir,35/1) Melekler son derece kuvvetli ve süratli varliklardir. Insanlarin yapamadiklarini kolayca yaparlar, ulasamadiklari yerlere çabucak ulasirlar. Melekler, Allah'in emirleriyle farkli sekillere girebilirler. Örnegin Cebrâil Peygamber'e gelirken bazen Dihye adindaki sahabi gibi görünmüs, bazen da kimsenin taniyamadigi bir yabanci gibi gelmistir (Müslim; Îmân; 1). Hz. Ibrahim ve Hz.Meryem'e gönderilen meleklerin de birer insan seklinde göründükleri yine Kur'ân'da haber verilmektedir (Meryem 19/16-17; Hûd 11/69-70). Melekler gözle görülmezler. Gözle görülmeyisleri onlarin yok olduklarindan degil, gözlerimizin o kabiliyette yaratilmamis olmasindandir. Melekleri gözlerimizle müsahade edemeyisimiz onlari inkâr etmemizi gerektirmez. Zira gözümüzle görmedigimiz halde varligini kabul ettigimiz çok sey vardir. Akil, ruh, zekâ, sevinç ve üzüntü gibi halleri bunlardan sayabiliriz. O halde meleklerin varligina da ruhumuz ve aklimiz gibi inanmak zorundayiz.

 Melekler gaybi bilebilirler mi?

 Gayb bilgisi yalniz Allah'a mahsus oldugundan, melekler gaybi bilemezler. Ancak Allah tarafindan kendilerine bildirildigi kadariyla gaybi bilebilirler. Kur'an'da Allah'in Hz. Adem'e varliklarin isimlerini ögrettigi, sonra da bunlari meleklere göstererek isimlerini söylemelerini istedigi, meleklerin de, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutariz. Senin bize ögrettiklerinden baska bizim hiçbir bilgimiz yoktur…” dedikleri bildirilmektedir (Bakara, 2/31-32).

 Meleklerin görevleri ve çesitleri nelerdir?

 Meleklerin temel görevleri, Allah'a kulluk etmek; O neyi emrediyorsa, onu yerine getirmektir. Melekler görevleri açisindan bir kaç gruba ayrilir. Melekler yerde, arsta veya semada bulunurlar. Yerde bulunanlara arzî, gökte bulunanlara semavî, arsta bulunanlara ise arsî denir. Melekler yüklendikleri görevler itibariyle farkli isimlerle anilmislardir. Bunlardan dördü, büyük melek olarak bilinmektedir: Cebrâîl, Mikâîl, Isrâfîl ve Azrail. Bilinen diger melekler de sunlardir: Münker-Nekir (Öldümden sonra, kabirde sorguyla görevli melekler), Kirâmen Kâtibin (Hafaza/Insanlarin amellerini yazmakla görevli melekler), Hamele-i Ars (Arsi tasiyan melekler), Hazin (Cennet ve cehennemde bekçilikle görevli melekler), Zebânî, Mâlik (Cehennemde görevli melekler), Ridvân (Cennette görevli melekler), Mukarrabûn ve Illiyyûn (Allah'a çok yakin ve onun katinda üstün mevkie sahip melekler).

 Dört büyük melek ve görevleri

 Cebrâîl Dört büyük melekten birinin ismi olup, peygamberlere vahiy getirmekle görevlidir. Kur’an’da bu melegin ismi Cibrîl, Rûhu’l-Kudüs, Ruhu’l-Emîn, Ruh ve Resul seklinde geçmektedir. Bütün peygamberlere vahyi getiren Cebrâil’dir. Kur’an’a göre o, karsi konulmayacak bir güce, üstün ve kesin bilgilere sahip, Allah nezdinde çok itibari olan ve diger meleklerin kendisine itaat ettigi serefli bir elçidir. Yenilmez bir kuvvet ve Allah nezdinde büyük bir makam sahibi oldugu ifâde edilmistir: “O (Kur’an), süphesiz degerli, güçlü ve arsin sahibi (Allah’in) katinda itibarli bir elçinin (Cebrâil’in) getirdigi sözdür.” (Tekvir, 81/19-20)

 Mikail'in Dört büyük melekten biri olup, tabiat olaylarini düzenlemekle görevlendirmistir. Kelime olarak, “Allah’in küçük ve sevgili kulu” anlamina gelen Mikail Kur’an’in bir yerinde Cebrail ile birlikte geçmektedir: “Her kim, Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikâîl’e düsman olursa bilsin ki Allah da inkar edenlerin düsmanidir.” (Bakara, 2/98)

 Israfil Allah’in emri ile kiyamet kopacagi zaman sûra üflemekle görevlendirilen Israfil, dört büyük melekten biridir. Bir hadiste Isrâfil, sahib-i karn (sûr’un sahibi, borunun sahibi) olarak isimlendirilmistir (Tirmizî, Kiyamet, 8). Israfil sûr’u iki defa üfleyecektir. Birinci defa üfürdügünde göklerde ve yerde bulunan her sey yok olacaktir: “Sûr’a üfürülecegi ve Allah’in diledigi kimselerden baska, göklerdeki herkesin, yerdeki herkesin korkuya kapilacagi günü hatirla. Hepsi de boyunlarini bükerek O’na gelirler.” (Neml 27/87); “Sûr’a bir defa üfürülünce, yeryüzü ve daglar kaldirilip birbirine bir çarptirilinca, iste o gün olacak olmus (kiyamet kopmus)tur” (Hakka, 69/13-15). Ikinci defa üfürdügünde, bütün insanlar tekrar dirilecek ve mahser yerinde toplanmak üzere sevk edileceklerdir: “Sûr’a üfürülür. Bir de bakarsin kabirlerden çikmis Rablerine dogru akin akin gitmektedirler.” (Yasin, 36/51).

Azrail Dört büyük melekten birinin ismi olup, insanlarin canini olmakla görevlidir. Bu melek Kur’an ve sahih hadislerde, Azrâîl ismiyle degil, melekü’l-mevt (ölüm melegi) seklinde geçmektedir. “De ki: Sizin için görevlendirilen ölüm melegi caninizi alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.” (Secde 32/11) Her insanin canini almakla görevli bir ölüm melegi vardir. Azrâîl bu meleklerin basidir: “Nihayet birinize ölüm geldigi vakit (görevli) elçilerimiz onun canini alir ve onlar görevlerinde kusur etmezler.” (En’am, 6/61, A’raf, 7/37).

  C. KITAPLARA IMAN

 Kitaplara iman ne demektir?

 Allâh, insanlara dogru yolu göstermek, onlari dünya ve ahirette mutlu kilacak ilkeleri bildirmek, akillariyla cevaplarini bulmalari imkansiz bazi konularda onlari aydinlatmak üzere Peygamberler göndermistir. Bu peygamberlerden bazilarina insanlara teblig edilmek üzere yol gösterici kitaplar indirilmistir. Allâh Teâlânin Kitap göndermesi, sahifeler halinde baslamistir. Ilk sahifeler, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’e gönderilmistir. Sayilari henüz son derece sinirli olan, hayatlari ve iliskileri henüz kompleks hale gelmemis o zamanin toplumlarinin ihtiyacinin görülmesinde bu sahifeler yeterli olmaktaydi. Peygamberlerin getirdigi esaslarla ve bu esaslarin isiginda insan aklinin faaliyetleriyle uygarlik ilerledikçe, insanlarin hayat ve iliskileri daha kompleks hale geldikçe Allâh Teâlâ da daha kapsamli sahifeler ve kitaplar göndermistir. Ilahi kitaplar son kitap Kur’an-i Kerim’le zirveye ulasmis ve Kur’an-i Kerim ilahi korumaya alinmistir. Artik bundan sonra ilahi kitap gelmeyecek ve Kur’an-i Kerim kiyamete kadar insanligin rehberi olacaktir. Tevrat Hz. Musa’ya, Zebur Hz. Davut’a, Incil ise Hz. Isa’ya indirilen büyük kitaplardir. Müslüman, Allâh tarafindan Peygamberlere indirilen kitaplarin hepsine inanir. Ancak bu kitaplardan, Allâh’in indirdigi gibi hiç bir harfi bile degismeden günümüze kadar ulasan yegane ilahi kitap, sadece Kur’an-i Kerim’dir. Digerleri ise ya tamamen kaybolmus veya insanlar tarafindan degistirilmis; böylece asli sekillerini kaybetmislerdir. Bu yüzden bugün Kur’an-i Kerim’in disinda elde mevcut bulunan diger ilahi kitaplarda yer alan sözlerden hangilerinin Allâh’a ait oldugu, hangilerinin ise insanlar tarafindan bu kitaplara sokuldugunu ayirt etmek mümkün degildir. Esasen Kur’an-i Kerim indirildikten sonra diger ilahi kitaplara ihtiyaç kalmamistir. Zira Kur’an-i Kerim, diger kitaplarin da ihtiva ettigi Allâh’in birligine Peygamberlerine, kitaplarina, meleklerine, ahiret gününe iman; canin, malin, neslin, aklin ve dinin korunmasi gibi hak dinin temel esaslarini yeniden ve en mükemmel bir sekilde ortaya koymus, daha önceki kitaplarda da yer alan gerçekleri tasdik etmis, tahrif edilen hususlarin dogrusunu açiklamistir.

 Kur’anda kaç ayet vardir?

 Kur'ân-i Kerim'in mânâ, isaret veya hüküm ifade eden, kisa veya uzun cümlelerinden her birine "âyet" denir. Âyetlerin sayisinda asagida açiklanan bazi sebepler dolayisiyla Islâm bilginleri arasinda görüs ayriligi vardir: a) Islam bilginlerinin çogunluguna göre surelerin basinda yer alan Besmele, Kur'an-i Kerim'den bir âyettir. Ancak, bunlardan her birinin, basinda bulundugu sûreden bir parça ve sûrenin ilk âyeti olup olmadigi konusunda görüs ayriligi vardir. Safiî mezhebi âlimleri, söz konusu "Besmele"leri, basinda bulunduklari sûrenin bir parçasi saydiklari halde Hanefî mezhebi bilginleri, bu Besmelelerin basinda bulunduklari sûrenin bir parçasi olmayip, her birinin o sûreden ayri müstakil bir âyet oldugunu, sûrelerin arasini ayirmak ve teberrûk olunmak (bereket ve feyzinden yararlanilmak) için indirildigini söylemislerdir. b) Bazi sûrelerin basinda, "Yâ-sîn, Hâ-Mîm, Elif-Lâm-Mîm-Râ, Tâ-Hâ..." gibi "huruf-u mukattaa" denilen harfler, bir kisim bilginlerce, müstakil birer âyet kabul edilmis, diger bir kisim bilginler ise bu gibi harfleri, basinda bulundugu sûrenin ilk âyetinin bir parçasi saymislardir. c) Bazi uzunca cümleler, bir kisim bilginlerce iki veya üç âyet sayilmisken, diger bazi bilginlerce tek âyet itibar edilmistir. Netice olarak ayet sayisinin, kiraat imamlarindan Nâfî 6217; Seybe 6214; Misirli bilginler 6226; bir rivayete göre Ibn-i Abbas 6616 oldugunu söylemislerse de, Kufelilerin görüsü olan 6236 sayisi kabul görmüs ve yeryüzünde basili bütün Mushaflarda ayetler bu sayiya göre numaralandirilmistir. Halk arasinda bilinen 6666 sayisinin herhangi bir dayanagi olmayip, çocuklara kolay ögretmek amaciyla yuvarlak olarak söylenmis bir rakamdir. Bu ihtilaflar ayetlerin numaralandirilmasiyla ilgili olup, Kur'an'in tümü üzerinde bir ihtilaf yoktur.

 D. PEYGAMBERLERE IMAN

 Peygamberlere iman ne demektir?

 Yüce Allâh, insanlara kendi içlerinden seçtigi son derece yetkin insanlar araciligiyla dinini bildirmistir. Bu kimselere "peygamber" denir ki Allâh ile kullari arasinda bir elçi demektir. Peygamberlik, Allâh’in insanlardan diledigine verdigi bir görevdir. Çalismakla elde edilmez. Ilk Peygamber, Hz. Adem son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.v) dir. Bu ikisinin arasinda, her millete kendi diliyle konusan peygamberler gönderilmistir. Sayilarini Allâh’tan baska kimse bilmez. Bunlardan bir kisminin adi Kur’an’da geçmektedir. Peygamberler de insandir. Bu bakimdan yeme, içme, uyuma, dinlenme, evlenme, hastalanma gibi beseri hususlarda diger insanlarla aralarinda bir fark yoktur. Bunlar peygamberler için bir eksiklik degildir. Ancak hepsinde mutlaka bulunmasi gereken ortak nitelikler sunlardir.

 Sidk (dogruluk), emanet (güvenilir olma), fetanet (çok zeki ve akilli olmak), teblig (bildirmekle yükümlü bulunduklari hükümleri insanlara anlatmak), ismet (günahsiz olmak). Peygamberlerin, peygamberligini insanlara anlatmak için Allâh kendilerine mucizeler vermistir. Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v)’e de böyle pek çok mucize verilmistir. Fakat O’nun en büyük ve sürekli mucizesi, hiç süphesiz ki Kur’an’dir.

 Mucize nedir?

 Sözlükte aciz birakan güçsüz kilan, karsi konulmaz, harika olay, kudretsizlik ve takatsizlik veren is anlamlarina gelen mucize, dini bir terim olarak, insanlarin benzerini meydana getirmekten aciz kalacaklari ve meydan okuma seklinde, peygamberlik iddiasinda bulunan zattan adetin hilafina ve tabiat kanunlarinin aksine olarak zuhur eden harikulade olaylara denir. Asil maksadi, peygamberin nübüvvet davasini ispat ve dogrulamaktir. Herhangi bir olayin mucize olabilmesi için onun nübüvvet görevi verilmis kisilerin elinde ortaya çikmasi gerekir. Mucize gerçekte Allah’in fiilidir, “peygamber mucizesi” denilmesi mecazîdir. Bu nedenle olayin onun araciligiyla olmasi, tabiat kanunlarinin çok üstünde ve onlara aykiri olmasi, iddiaya uygun olarak ortaya konulmasi, bir yalanlama ya da inkârdan sonra meydana gelmesi ve insanoglunun aciz kaldigi bir olay türünden gerçeklesmesi gerekir. Peygambere verilen mucizeler, bir yönüyle imanin temel esaslarindan olan nübüvvetle, diger yönüyle de vahiy ile alâkalidir. Dolayisiyla mucizeye inanmak gerekir: “Dediler ki: 'Ona, Rabbinden mucizeler indirilseydi ya!'. De ki: 'Mucizeler ancak Allah katindadir ve ben ancak apaçik bir uyariciyim.” (Ankebut, 29/50) Akil bakimindan da mucize imkansiz degildir. Çünkü her an insanin çevresinde meydana gelen olaylar hayatin kendisi ve her sahasi mucizelerle doludur. Varliklarin yaratilmasi, ömrü tamamlaninca yok olmasi ve hayatin kesintisiz olarak devam etmesi bunun en güzel örnegidir. Sürekli müsahede ettigimiz ve bu nedenle degismez sandigimiz tabiat kanunlarini var eden Allâh’tir. Allâh bu kanunlari diledigi zaman, peygamberleri vasitasiyla degistirebilir. Bu degisiklik bir mucizedir. Bu durumda mucizenin vukuu için aklî bir engel yoktur. Aksine akil, mucizenin meydana gelmesini kabul edip benimser.

 Mucize çesitleri nelerdir?

Hz. Peygamber’in nübüvveti esnasinda ortaya koydugu mucizeler, manevî (aklî), hissî (maddî) ve haberî olmak üzere üç sekilde siniflandirilmistir. Manevî mucizeye en büyük örnek Kur’an’dir. Çünkü Kur’an her çagdaki akil sahibi insana hitap eden, akillara durgunluk veren, baskalarinin benzerini meydana getirmekten aciz kaldiklari büyük ve ebedî bir mucizedir: “Eger kulumuza (Muhammed'e) indirdigimiz (Kur'an) hakkinda süphede iseniz, haydi onun benzeri bir sure getirin, eger dogru söyleyenler iseniz Allah’tan baska sahitlerinizi çagirin (ve bunu ispat edin).” (Bakara, 2/23). Bir hadiste de söyle buyurulmustur: “Hiçbir peygamber yoktur ki, onlara kendi zamanlarindaki insanlarin inandiklari bir mucize verilmis olmasin. Bana mucize olarak verilen ise ancak Allah’in bana vahyettigidir.” (Buhârî, I’tisâm, 1). Hissî mucize olarak Hz. Peygamber’in nübüvvet mührü, Ay’in ikiye bölünmesi, parmaklarinin arasindan suyun akmasi, bir ziyafet esnasinda zehirlenmek istenince olaydan haberdar olmasi, bir hurma kütügünün teessürünü inilti seklinde duyurmasi; haberî mucizeler için de Hz. Peygamber’in Mekke’nin fethi, Islam’in tebligi ve meydana gelen savaslarla ilgili açikladiklari olay ve haberler örnek olarak gösterilebilir.

 Keramet nedir?

 Sözlükte deger, kiymet gibi anlamlara gelen kerâmet, dini bir kavram olarak Peygamberlik iddiasiyla bir ilgisi olmaksizin bir mü’minde harikulâde (olagan üstü) bir halin meydana gelmesi demektir. Sayet bu hâl kendisinde meydana gelen kimse amelleri sâlih olan biri degilse o hârikulâde hale istidrâc adi verilir. Keramet, Allah’in veli kuluna bir ikramidir. Asil kerâmet, kisinin istikâmet üzere bulunmasi, hal ve hareketlerinin Kur’an ve Sünnet’e uygun düsmesidir.

 

Vahiy nedir, çesitleri nelerdir?

 Sözlükte gizli konusmak, emretmek, ilham etmek, îma ve isâret etmek, seslenmek, fisildamak, mektup yazmak ve göndermek anlamlarina gelen vahiy, dini bir terim olarak, Allah’in Peygamberlerine iletmek istedigi mesajlarini, dogrudan dogruya veya Cebrail vasitasiyla bildirmesine denir. Kur’ân ve diger kutsal kitaplar, vahiy ürünüdür. Vahiy, ilâhi ve gayr-i ilâhi olmak üzere iki kisma ayrilir.

Ilâhi vahiy, Allah’in vahyi demek olup 5 çesittir:

Cebrail’e (Necm, 53/10) ve diger meleklere vahyi (Enfâl, 8/12).

Cansiz varliklardan yeryüzüne (Zilzâl, 99/4-5) ve gökyüzüne (Fussilet, 41/12) vahyi. Bu vahiy, “emretmek” anlamindadir.

Canlilardan bal arisina vahyi (Nahl, 16/68-69). Bu vahiy, ilham, içgüdü anlamindadir.

Insanlardan Hz. Musa (a.s)’in annesine (Kasas, 28/7) ve Hz. Isâ (a.s)’in havarilerine (Mâide, 5/111) vahyi. Bu vahiy, fitrî ilham, îma, emir anlamindadir.

 5- Peygamberlere vahiy (Nisâ, 4/162. A’râf, 7/117, 160) Bu vahiy, istilâhî anlamdaki gerçek vahiydir. Vahiy denince ilk akla gelen bu vahiydir. Bu vahiy, sözlü, sözsüz ve Cebrail vasitasiyla olur.

Sözlü vahiy, Allah’in perde arkasindan Peygamberine hitap etmesidir. Sözsüz vahiy; rüyada veya uyanik iken vahyin Peygamberin kalbine ilkasi seklinde olur.

Cebrail vasitasiyla vahiy;

Peygamber uyanik veya uykuda iken vahyi Peygamberin kalbine ilkasi ile,

Cebrail’in melek veya insan suretinde vahiy getirmesi ile,

Cebrail görünmeden vahyin çingirak sesi seklinde gelmesi ile olur. Vahyin gelis sekillerinden bir kismi, Sûrâ suresinin 51. âyetinde bildirilmistir. Vahiy, Allah ile Peygamber arasinda bir sirdir. Mahiyetini insanlarin tam anlamasi imkansizdir. Vahiy geldigi anda Peygamber titrer, rengi degisir, alni terler ve nefesi sikisirdi. Hz. Muhammed (a.s.) gelen vahyi aynen hafizasina alir (Kiyamet, 75/16-19), sonra vahiy katiplerine yazdirirdi. Her sene Ramazan ayinda inen âyetleri ve sûreleri Cebrail’e okuyup arz ederdi.

 Gayr-i ilâhi vahy yani ilâhi olmayan vahy ise, cin ve insanlar arasinda cereyan eden vahye denir. Zekeriya (a.s)’in kavmine vahyi gibi (Meryem, 19/11), bu vahiy, imâ ve isâret etmek anlamindadir. Seytanin seytana vahyi gibi (En’âm, 6/121); bu vahiy, fisildamak ve gizli konusmak anlamindadir.

 Ilham nedir?

Ilhâm, Allah’in dogrudan veya melek araciligiyla iyilik telkin eden bilgileri insanin kalbine ulastirmasi, feyz yoluyla kalbe gelen özel bir anlam ve bilgi, kalbe konulan iyilik hissi, hayir duygusu demektir. Ilhamin kaynagi Allah veya melektir. Veliler, ilhami Peygamberlere vahiy getiren melegin aldigi kaynaktan alirlar. Ilham, bilgi kaynaklarini kullanmadan insanin zihninde (kalbinde) âniden ortaya çikar. Bir âyette, Allah’in insan benligine hem takvâyi hem de fücuru ilham ettigi belirtilmektedir (Sems, 91/8). Hz. Musa’nin annesine yapilan vahyin dogrudan Allah tarafindan kalbine ulastirilan ilham anlamina geldigi genellikle müfessirlerce kabul görmüstür. Hz. Peygamber, Allah’in kendisine ilham ettigi övgülerle O’na hamdettigini açiklamis (Buhârî, Tevnîd, 36), bir sahabiye “Allah’im! Bana gerçegi bulma yetenegini ilham et” seklinde dua etmesini ögretmis (Tirmizî, Daavât, 69), “Sizden önceki ümmetler içinde ilham olunan kimseler vardi. Eger ümmetimin arasinda böyle birisi varsa o Ömer’dir” buyurmustur (Buhârî, Enbiyâ, 54). Insan kalbine bazi bilgilerin ilham edilmesi mümkün olmakla birlikte bunlar genel geçerliligi bulunan kesin bilgi kaynagi teskil etmez ve dîni konularda delil olarak kullanilamaz. Zira ilhama dayali bilgiler kontrolü mümkün olmayan sübjektif bir nitelik tasir.

 E. AHIRET GÜNÜNE IMAN

Ahirete iman nedir?

 Allâh’tan baska hiç bir varlik kadim ve ezeli degildir. Hepsi de Allâh’in yaratmasiyla sonradan meydana gelmistir. Sonradan yaratilan seylerin bir de sonu vardir. Dünyanin da sonunun gelip düzeninin alt üst olmasindan yani Kiyametin kopmasindan sonra Allâh’in emriyle bütün canlilar tekrar diriltilecektir. Buna öldükten sonra tekrar dirilme denir. Insanlar dünyada yaptiklari seylerden sorguya çekilecek, hakli haksiz ayirt edilecek, kimin kimde hakki varsa alinacak, herkes dünyada yaptigi iyilik ve kötülügün karsiligini mutlaka görecektir. Iste bütün bunlara inanmak iman esaslarindandir. Ahirete inanmayan kisi, Kurân ayetlerini de inkar etmis olacagindan dinden çikmis olur: "….Ey iman edenler! Allah'a,peygamberine,peygamberine indirdigi kitaba ve daha önce indirdigi kitaba iman edin. Kim Allah'i,meleklerini,kitaplarini ,peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse derin bir sapikliga düsmüs olur." (Nisa:4/136) ayeti bunu açikça belirtmektedir.

 Ruh göçü (Reenkarnasyon) ve Islam'daki yeri nedir?

Tenasuh, reenkarnasyon, hulûl kavramlariyla da ifade edilen ruh göçü, ruhlarin beden degistirerek dünyaya tekrar tekrar gelmelerine denir. Ruh göçü inanci, Hindistan ve Çin’in büyük bir bölümü basta olmak üzere bazi ülke ve bölgelerde varligini sürdürmektedir. Bu inanca sahip olanlara göre, ruhun bir defa dünyaya gelmesiyle evreni tanimasi mümkün degildir. Bunun için bir beden ölünce ruhu yenisine geçer. Bu yeni bedende ruh öncekine oranla daha da olgunlasir. Söz konusu intikal her ömrün sonunda baska bedende ve varlikta gerçeklesebilir. Nitekim su, bulut ve gök gürültüsüne dönüsüyor. Yumurta kus biçimine geliyor. Palamut, mese agaci oluyor. Odun ates ve kül halini aliyor. Islam bilginleri bu inanç tarzini reddetmislerdir. Islam inancina göre ruh, ezelî olmayip sonradan yaratilmistir. O, bedenin tamamlayicisidir. Ahirette beden yeniden yaratilinca ruh tekrar ona iade edilecektir. Dolayisiyle dünyadaki ameline göre mükafat veya cezaya muhatap olacaktir. Kur’ân’da ruh göçünün olmadigi kesin olarak ifade edilmektedir: “Nihayet onlardan birine ölüm gelince: ‘Rabbim! Beni dünyaya geri gönderiniz ki, terk ettigim dünyada salih bir amel yapayim' der. Hayir! bu sadece onun söyledigi bos bir sözden ibarettir. Onlarin arkasinda, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, dönmelerine engel) bir perde (berzah) vardir.” (Mü’minûn 23/99-100).

 Kabir hayati nedir?

 Ölümle baslayip yeniden dirilmeye kadar devam edecek hayata kabir hayati denir. Kabir hayati, "Berzah" diye de anilmistir. Hz.Peygamber, "Kabir, ahiret duraklarinin ilkidir. Bir kimse o duraktan kurtulursa, sonraki duraklari daha kolay geçer. Kurtulmazsa, sonrakileri geçmek daha zor olacaktir." (Tirmizi, Zühd 5;Ibn Mâce, Zühd 32) buyurarak ahiret hayatinin ölümle basladigini bildirmistir. Insan öldükten sonra kabre konulunca Münker ve Nekir adinda iki melek kendisine gelerek "Rabb'in kimdir?", "Peygamberin kimdir?" "Dinin nedir?" diye soracaklar, iman ve güzel amel sahipleri bu sorulara dogru cevaplar verecekler ve kendilerine cennet kapilari açilarak gösterilecektir. Kafir ve münafiklar ise bu sorulara dogru cevap veremeyecek, onlara da cehennem kapilari açilarak cehennem gösterilecektir. Kafirler ve münafiklar kabirde aci ve sikinti içinde azap görürlerken müminler nimetler içerisinde mutlu ve sikintisiz bir hayat süreceklerdir (bk. Tirmizî, Cenaiz, 70). Kabir azabi ve nimeti ile ilgili olarak Kur'an'da ve sahih hadislerde çesitli bilgiler bulunmaktadir

 F. KADERE IMAN

 Kader ve kaza ne demektir?

Sözlükte ölçmek, tahmin etmek ölçüp takdir ederek tayin etmek; gücü yetmek ve kudret anlamlarina gelen kader, dinî bir terim olarak, Allah'in ebede kadar olacak seyleri, bunlarin zaman ve yerini, özellik ve niteliklerini, nasil ve ne zamanda olacaklarsa onlarin tamamini ezelde bilip bu bilgi dogrultusunda takdir etmesine denir. Bu durumda kader Allah'in ilim sifatini ilgilendirmektedir. O halde kader, Allah'in ilmi dogrultusunda, kainati ve ondaki her çesit yaratigi belli bir düzen ve ölçüye göre idare eden ilâhî bir kanundur. Bu konuda Kur'an’da söyle buyurulmaktadir: “Gerçekten biz, her seyi bir ölçü ve dengede yarattik.” (Kamer 54/49); “Allah her disinin neye gebe oldugunu, rahimlerin artirdigi seyi ve eksilttigi seyi bilir. Her sey O'nun katinda bir ölçüyledir.” (Ra’d,13/8); “Hiçbir sey yoktur ki, hazineleri yanimizda olmasin. Biz onu ancak belli bir ölçü ile indiririz.” (Hicr 15/21); “… O her seyi yaratmis ve yarattigi o seyleri bir ölçüye göre takdir etmistir.” (Furkân,25/2). "Yeryüzünde ve kendi nefislerinizde ugradiginiz hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) yazilmis olmasin. Süphesiz bu, Allah’a göre kolaydir." (Hadîd 57/22). Kazâ ise, Cenab-i Hakk'in ezelde irade etmis oldugu ve takdir buyurdugu seylerin, zamani gelince her birisini ezelî ilim, irade ve takdirine uygun bir biçimde meydana getirmesi ve yaratmasidir. Bu takdirde kaza, Allah'in tekvin sifatini ilgilendiren bir konu olmaktadir. Bu tanim, Imam Mâtüridî ve taraftarlarina göredir. Es’arîler ise bunu daha farkli bir sekilde tarif etmislerdir: Kaza; hüküm mânâsinadir. Allah'in esyayi sonradan nasil olacaksa ezelde öylece irade etmesidir. Kader ise, Allah'in her seyi vakti gelince, ezelî ilmine uygun olarak, irade ettigi sekilde yaratmasidir.

Tevekkül Nedir?

 Sözlükte dayanmak, güvenmek, vekil tutmak anlamlarina gelen tevekkül, terim olarak; hedefe ulasmak için gerekli olan maddi ve manevi sebeplerin hepsine basvurduktan ve yapacak baska bir sey kalmadiktan sonra Allah’a dayanip güvenmek ve ondan ötesini Allah'a birakmak demektir. Tevekkül, Müslümanlarin kadere olan inançlarinin tabii bir sonucudur. Tevekkül eden kisi Allah’a kayitsiz sartsiz teslim olmus kisidir. Tevekkül etmek, tembellik ve miskinlik demek olmadigi gibi, çalisma ve ilerlemeye mani de degildir. Tevekkül, çalisip, çabalamak, çalisip çabalarken Allah'in bizimle oldugunu hatirdan çikarmamak ve sonucu Allah'a birakmaktir. Kur'an'da, “Çalisanlarin ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve Rablerine tevekkül ederler.” buyurulmaktadir (Ankebut 29/58-59).

 Ecel nedir? Ömür kisalir ya da uzar mi?

 Ecel, kelime olarak mutlak vakit, bir seyin müddeti veya bir seyin müddetinin sonu anlamindadir. Daha sonra bu kelime insan ömrünün sonu anlaminda kullanilmis ve bu manada meshur olmustur. Ecel hayatin son bulmasi ve ölümün gerçeklestigi zamandir. Bu anlami ile her canli için tek bir ecel vardir. Bu ecel Allâh'in kaza ve takdiriyle olup, asla degismez. Belirlenen ecel, vaktinden ne önce gelebilir ne de o vakitten sonraya kalabilir. Bu hususla ilgili Kur'an-i Kerim'de söyle buyrulmaktadir. "… Her milletin bir eceli vardir. Onlarin eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler." (Yunus 10/49); "Allah, eceli geldiginde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptiklarinizdan haberdardir." (Münâfikûn 63/11).

 Rizik Nedir?

 Sözlükte azik, yenilen, içilen ve faydalanilan sey anlamina gelen rizk, terim olarak, Yüce Allâh'in, canlilara yiyip içmek ve yararlanmak için verdigi her sey demektir. Buna göre rizk, helal olabilecegi gibi, haram da olabilir. Rizk konusunda benimsenen temel prensipler sunlardir: 1. Rizki yaratan ve veren ancak Allâh'dir. Kur'an'da, "Yeryüzünde hiçbir canli yoktur ki, rizki Allâh'a ait olmasin..." (Hud 11/6) buyurulmaktadir. Baska bir ayette de Allah'in, diledigine bol rizk verip, dilediginin rizkini daralttigi ifade edilmektedir (Sûra 42/12). Kul, Allâh'in evrende geçerli tabii kanunlarini gözeterek çalisir, çabalar, sebeplere sarilir ve rizki kazanmak için tercihlerde bulunur. Allâh da onun bu tercihine ve çabasina göre rizkini yaratir. Allâh'in yegane rizk veren olmasi, tembellik yapmayi, çalismamayi, yanlis bir tevekkül anlayisina sahip olmayi gerektirmez. 2. Haram olan sey de, rizk kapsamindadir. Fakat Allâh'in haram olan rizki, kulun kazanmasina rizasi yoktur. Kur'an'da, "Artik Allâh'in size helal ve temiz olarak verdigi rizklardan yeyin..." (Nahl 16/114) buyurularak, helal yenilmesi emredilmis, haram yasaklanmistir. 3. Herkes kendi rizkini yer. Bir kimse baskasinin rizkini yiyemeyecegi gibi, baska biri de onun rizkini yiyemez.

    Şirk ile küfür arasinda ne gibi fark vardir?

 Küfür Hz. Peygamber’in Allâh’tan getirdigi kesinlikle sabit olan dini esaslardan bir veya bir kaçini inkar etmek demektir. Sirk ise Allâh Teâlâ’nin tanriligina, isim, sifat ve fiillerinde ve O'na kullukta esi dengi ve ortagi bulundugunu kabul etmektir. Sirk ile küfür birbirine yakin iki kavramdir. Aralarindaki fark, küfrün daha genel, sirkin ise daha özel olmasidir. Bu anlamda her sirk küfürdür, fakat her küfür sirk degildir. Sirk Allâh’a, zat, isim ve sifatlarina ortak tanima sonucu meydana gelir. Küfür ise, küfür oldugu bilinen bir takim inançlarin kabulü ile gerçeklesir.

   Islam'in bazi sartlarini yerine getirmeyen, büyük günah isleyen kimselere kafir denir mi?

 Kalbinde inanci oldugu halde inancini diliyle söyleyen, fakat çesitli sebeplerle ameli terk eden, dolayisiyla sirk ve küfür ile münafiklik disindaki büyük günahlardan birini isleyen kimse, isledigi günahi helal saymiyorsa mümindir, kafir degildir. Fakat büyük günah isledigi için ceza görecektir. Ancak bu kimse için tövbe kapisi açiktir. Yüce Allâh böyle bir kimseyi ahirette dilerse affeder, dilerse günahi ölçüsünde cezalandirir. Neticede kalbinde inanci bulundugu için cennete girdirir.

    Sefaat nedir?

 Sözlükte bir baskasini desteklemek üzere ona katilmak, yardimci olmak ve aracilik yapmak gibi manalara gelen sefaat, istilahta, ahirette günahkar müminlerin affedilmesi, günahi olmayanlarin daha yüksek derecelere erismeleri için peygamberlerin, Allah’a yalvarmalari, dua etmeleri ve günahlarinin bagislanmasini istemelerini demektir. Allah’in izni olmadan bir kimsenin sefaat etmesi veya Allah’in razi olmadigi birine sefaatte bulunmasi mümkün degildir. “O’nun izni olmaksizin hiç kimse sefaatçi olamaz” (Yunus 10/3), “Onlar Allah’in razi oldugu kimselerden baskasina sefaatçi olmazlar” (Enbiya 21/28). Kafir, müsrik ve münafiklar için sefaat söz konusu degildir. “Artik sefaatçilerin sefaati onlara fayda vermez.” (Müddessir, 74/48; En’an 6/51) Hz. Peygamber bir hadislerinde ümmetinin günahkârlarina sefaat edecegini haber vermistir (Tirmizî, Kiyamet 11, Ibni Mace, Zühd, 37). Hz. Peygamber’in bir de genel ve kapsamli bir sefaati olacaktir. Mahserde bütün insanlar heyecan ve istirap içinde bulunduklari bir sirada bunlarin hesaplarinin bir an önce görülmesi için Hz. Peygamber'den sefaat dileyecektir. Buna “sefaat-i uzma” (büyük sefaat) adi verilir. Hz. Peygamber'in bu anlamdaki sefaat yetkisi Kur’an’da “Makam-i Mahmud” (övülen makam) adiyla anilir.

  Iman artar veya eksilir mi?

 Iman inanilmasi gereken hususlar açisindan artmaz ve eksilmez. Bir kimse, iman esaslarinin tümünü kabul edip de, bir ya da birkaçina inanmazsa, iman etmis sayilmaz. Bu durumda, iman gerçeklesmediginden, artmasi ve eksilmesi söz konusu degildir. Ancak güçlü ve zayif olmak açisindan farklilik gösterir; kiminin imani kuvvetli, kiminin zayiftir. Imanda bu çesit farkliligin bulunduguna Kur'an-i Kerim'de isaret edilmistir: “Herhangi bir sure indirildiginde, içlerinden (alayli bir sekilde) 'bu hanginizin imanini artirdi?' diyenler olur. Iman etmis olanlara gelince, inen sure onlarin imanini artirmistir.” (Tevbe 9/124); “O, inananlarin imanlarini kat kat artirmalari için kalplerine huzur ve güven indirendir.” (Fetih 48/4); “Allah'in ayetleri kendilerine okundugu zaman (bu) onlarin (mü'minlerin) imanlarini artirir.” (Enfal 8/2)

   Ölülerden yardim istenebilir mi?

 Kabir Ziyareti; erkek ve kadin Müslümanlar için menduptur. Hz. Peygamber, ölüm ve ahretin hatirlanmasi için kabir ziyaretlerini tavsiye etmis, “Kabirleri ziyaret ediniz. Çünkü kabirleri ziyaret, size ahireti hatirlatir” buyurmustur (Ibn Mâce, Cenâiz, 47). Kabirlerin haftada bir gün, özellikle Cuma veya Cumartesi günleri, ayrica arefe ve bayram günleri ziyaret edilmesi iyidir. Zira Hz. Peygamber'in genellikle bu günlerde kabir ziyaretinde bulunduguna dair rivayetler bulunmaktadir. Kabirleri ziyaret eden kimse, kibleye veya ölülerin yüzüne karsi dönerek “es-Selâmu aleyküm yâ ehle kubûr. Ve innâ insâallahu biküm le-lâhikûn” (Ey kabir halki! Allâh’in selâmi üzerinize olsun. Insaallah biz de size (bir gün) kavusacagiz.) diyerek selamlar. Kabir ziyaretinde bulunan, sevabini ölülere bagislamak üzere Kur’an-i Kerim okur, onlar ve kendisi için duada bulunur. Kabir ziyaretinde, mezar taslarina el – yüz sürülmez, kabirler çignenmez, üzerine oturulmaz ve yatilmaz. Ayrica kabirlere karsi namaz kilinmaz ve ölülere adak yapilmaz. Ziyaret esnasinda ölülerden medet beklemek, kabirlerin etrafinda dolasmak, mum yakmak gibi bidat ve hurafelerden uzak durulmalidir.